Kafası bir şeylere atmış olan bir dostun en bedbaht anında senin iyi geleceğini de düşünerek, yanına geliyor ya; o an ‘iyi gelmeler’den bağımsız, onu çok sevdiğinden, samimice ayağa kaldırmak istiyorsun hani; işte o an en gereksiz şeyleri yapmıyor musun? O an en anlamsız şeyleri söylemiyor musun? Ezbere kaçan tüm temenniler yakana yapışmıyor mu anlık? O dostu bu durumdan kurtarmak istedikçe daha da çirkinleşmiyor mu haliyet-i ruhiyen?
Çirkinleşiyor.
Çünkü anlıyorsun ki o çok sevdiğin dostun aslında ayağa kalkmak filan istemiyor. Dillere pelesenk olan ‘carpe diem’ mottocularına inat, kafasını bozan şeyin bu kedere değer olduğunu anlıyorsun.
Anlıyorsun.
Anlıyorsun; seni de yanına, dibe çeken o dostu.
Başka meyanlarda ve hallerde anı yaşamıyor musun o an, omuz omuza? Ve artık sen de en az onun kadar yalnız hissetmiyor musun? Onun kadar çağresiz? Birlikte koca bir bohemya imparatorluğu kurmuyor musun? Samimice verdiğin tüm gereksiz uğraş, yerini bir sessizliğe bırakmıyor mu sonunda? Bırakıyor ve sadece ikinizin vâkıf olduğu bir sır çıkıyor ortaya; sessizliğin anlamı.
Gün aydığında, bulutlar çekildiğinde artık tüm kederler daha asil, dertler kadifeli olmuyor mu?
Oluyor.
erkan özcan
konya’da bir yer/ kasım 2016
fotoğraf: mudurnuda bir evsiz
twitter | instagram